6 Kasım 2010 Cumartesi

Baba beni okula gönder

Her şeyin göz boyamak ya da günü kurtarmak için yapıldığı; sosyal güvenlik, sağlık, eğitim gibi önemli konuların seçim vaatleriyle yürütüldüğü bir ülkede; akşamleyin işten dönen babasını karşılar küçük çocuk. ve şöyle der:

-Baba, beni okula gönder.

Sevinir baba. Öyle ya, çocuk okula gitmek istemektedir. Öğrenmek, okumak istemektedir. Zaten gönderecektir göndermesine de, düşünür bir de, bu işin sonunu. Sorar, hayallerini çocuğun:

-Tamam yavrum, sonra?

-Sonra sınavlara girip çıkayım yıllarca. Baba sen beni dersanaye de gönder.

Hayrete düşer adam. Çocuğunun bunları düşündüğüne mi üzülsün, yoksa yarını düşünebildiğine mi sevinsin karar veremez. Ve merakla devam eder:

-Gerek var mı ki çocuğum dersaneye? Neyse, sonra?

Çocuk beklemediği bu soru karşısında afallar, "dersane gerekliliği tartışılan bir şey midir? Olmaması mümkün müdür?" diye düşünür. Sonra babasının sadece şaka yaptığına karar verir, zaten babası da o cevabı beklemeden sonrasını sormuştur. Sonrasını anlatır o da:

-Sonra... Sonra muhtemelen iyi bir liseyi kazanamayacağım baba, ama sen yine de beni liseye gönder.

Babayı artık iyiden iyiye bir düşünmedir alır. Çocuğunun uzun vadeli düşünebilmesi, gerçekleri kavrayabilmesi güzeldir de güzel olmasına; bu yaşta bunları söylemesi, başında hayatının umudunu yitirmesi o küçük yüreğin, hiç iyi değildir. "Liseye gitmiş olmak için mi?" diyecek olur, yutar sözünü. Karşısında kaşarlaşmış bir esnaf yoktur pazarlık ettiği, evladı geleceği hakkında konuşmaktadır ve şaşkın babanın en son istediği şey çocuğunun hepten gerçeklerde boğulup umudunu yitirmesidir. Hayalinde belki bir şehir, ya da üniversite vardır der ve sorar yine:

-Sonra?

Fakat çocuk sanki son patlayan balonundan sonra artık çocuk değildir sanki, ve devam eder adeta müfredatı takip ederek:

-Sonra yine malum, sınavlar var baba. Dersaneye göndersen diyorum, hem herkes gidiyor...

O son cümle içine oturur babanın. "Herkes gidiyor" demek, herkesin babası gönderiyor demektir aslında. Ve o "herkes"ten biri olabilmek için benim de gitmem gerek demektir. Dayanamaz baba bu kez, başkalarına, çok başka adamlara demesi gereken sözleri oğluna savurur:

-Devletin verdiği eğitim sanki prosedür olsun diye var! O okullar siz vakit geçiresiniz, hocalar da yoklama almak için mi var?

Demesiyle pişman olması bir olur, kendine de kızar. Ve hem sorunun etkisini azaltmak hem de konuyu değiştirmek, evladının kalbini onun suçu olmayan bir şeyden ötürü kırmamak için hemen sorar:

-Peki canım, ya sonra?

Hiç olmazsa bu kez bir meslek, bir ideal çıksın ister o küçük ağzından çocuğun, ama olmaz. Gerçekleri ve hayatın acımasız yüzünü sergilemeye devam eder çocuk artık ayakta olmayan, oturduğu koltuğa da adeta özür diler gibi ilişmiş babasına:

-Sonra... Muhtemelen üniversiteyi kazanamayacağım ben, kazanamazsam belki tekrar denerim, yine olmazsa sonra hayata geç kaldığım yerden devam ederim. Ya da üniversiteyi aklımdan çıkarır, onu okumadığım için de hala öğrenci olduğumu düşünür ve işsiz güçsüz ve de bilinçsiz binlercesi gibi yaşarım. Yaşayabildiğim kadar. Ama olur da kazanırsam; baba, üniversiteye gönder beni. Bak, kazandım işte.

Artık mecali yoktur babanın,hiç bir şey düşünecek durumda da değildir. O yüzden söyleyecekleri, yıllardır yaşadığı bu hayata uygun olarak, kendiliğinden dökülür kuru dudaklarından:

-Kazanamazsan nasıl iş bulacaksın yavrum, zor. Diyelim ki kazandın; göndereyim seni, göndereyim de göndermesine... Kalacak yer... Giderler... Okul malzemeleri... Hangi parayla evladım?

Bunları dediği için bir kat daha nefret eder kendisinden. Bin kat artat pişmanlıkları, acıları.
Ve sürdürür çocuk, sanki çocuk değildir artık. Sanki konuşurken bütün o yıllar geçip gitmiş gibidir ömründen. Aynı babasının beklediği gibi konuşur bu kez:

-Herkes kazanamıyor bile baba, muhtemelen bir halta yaramayacak ama; kazandım bak. Ben kazandım, sen de ne yap ne et gönder beni.

Bitmiştir baba... Bitmiştir bu konuşma... Ömrünün sonuna kadar taşıyacağı acılar yüklenmiştir zavallı adam. Oğlunun suçu değildir bu, onun da. Çıkamaz işin içinden hüzünlü yüreğiyle, sesine sahte bir güven gelir ve kapatır konuyu:

-Göndereyim ya, göndereyim tabi. Vazifem benim yavrum, yeter ki kazan sen. Ne yapar ne eder gönderirim, ama ne yaparım ne ederim onu ben de bilmiyorum. Neyse… Annen çorba yapmış, gel, yemek yiyelim hadi.

C.Ç.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder